YUVALUNA | GİZEM ONAY

Esasında ilk yazıyı yazmanın bu kadar endişeyle dolu olacağını kestirememiş ve alıştığım akademik yazma şeklinin dışına çıkıp biraz daha kişisel bir alana geçmenin gözümü bu kadar korkutacağını düşünmemiştim. Bu endişeyi dengelemenin yolunu, benim için senelerce büyük bir endişe ve utanç kaynağı olmuş olan, son zamanlardaysa bunu biraz araladığımı hissettiğim bir konu hakkında yazmakta buldum: Kilolu olmak, kilo vermek ve verememek.

Şişman aktivizmine, beden ayıplamaya dair feminist bir bakış açısından pek çok iyi kitap ve yazı yazıldı, çevrildi ve yakın zamanda podcast bölümleri çekildi[i]. Ben de senelerdir bunlardan ve şişman aktivistlerden çok fazla şey öğrendim. Üzerinde çok yetkin bir şekilde konuşabilecek pek çok kişi olduğu için, şişmanlık ve beden olumla konularında zihni açılsın isteyenlere bu kaynakları takip etmeyi öneririm. Başka birçok konuda olduğu gibi bu meselede de, kuir feminist aktivistler ve araştırmacılar düşünme, hissetme ve deneyimleme biçimlerimizi sorgulamamızı sağlayan çok güzel işler yapıyorlar.

Ben bu genel girişin ardından, konuyu daha kişisel bir yere getirmek ve belki bu yolla biraz iç dökmek ve şahsi utanç perdemi aralamak istiyorum. Kilo alma serüvenim ergenlikte başladı ve çeşitli zamanlarda sebebini anlayamadığım biçimlerde kilo verip alan bir kişiye dönüştüm. İşin acı yanlarından biri, kendimi ilk kilolu hissettiğimi anımsadığım zamanlara sonradan dönüp baktığımda aslında ne kadar incecik olduğumu görmem. Bu demek oluyor ki ben hayatımın yarısından çoğunu kendimi uygunsuz bir kiloda duyumsayarak, bedenimi absürt ve iri bularak geçirdim. Bu zamanların önemli bir kısmında gerçekten çok kilo aldığım ve kendi normalimin dışına çıktığım doğru olsa da mesele aslında bedenimde ne olduğundan ziyade, benim beden algımla bedenim arasında koca bir boşluk olmasındaydı. Bunu farklı zamanlarda kendi zihnimdeki görünüşümle aynada gördüğüm şey arasındaki fark karşısında yaşadığım irkilmeden daha iyi ne anlatabilir bilmiyorum.

Oldukça zayıf, hatta sıska bir çocukluk ve ergenlik başı geçirmiş biri olarak daha kilolu görünüşümü bir türlü kendimle özdeşleştiremedim. Bu insanı bir türlü rahat ettirmeyen, hep geri döneceği bir öz var da oradan uzaklaşmış gibi diken üstünde tutan oldukça zor bir durum. Ama o kadar kör bir nokta ve bir nevi düğümlenmiş bir dertler silsilesi ki, insanı suçluluk, utanç, beceriksizlik gibi hislerin içine atan ve o hisler yüzünden daha da hareketsiz ve güçsüz kılan bir şey. Şimdi baktığımda görebiliyorum ki uzun süre boyunca kilolarımla ilgili ne hissettiğim kendim için bile bir muammaydı. Muhtemelen çok umursamadığımı ve “doğru” olanın da kilom ve görüntümle ilgili olumsuz yargılara kapılmamak olduğuna inandım ve çevreme de bunu böyle yansıttım. Son yıllarda ise, yavaş yavaş bedenime ve kilolarıma ilişkin düşünce ve duygularım nihayet yavaş yavaş yüzeye çıkmaya başladı.

Yüzeye çıkma süreci ne hissettiğimin farkına varabilmek için oldukça faydalı olsa da, bu süreç de epey sancılı geçti. Zira uyanık olduğum sürenin önemli bir kısmını kendimi başkalarıyla kıyaslayarak, benden zayıf olan herkesin karşısında “fazla”, “büyük”, “yaşlı”, “iri”, “güçsüz”, “tembel” hissederek geçmeye başladı. Elbette bu hislerin özünde kilolu, şişman, iri, zayıf, uzun, kısa vs. olmakla doğrudan bir ilgisi yok. Ama hem genel olarak toplumsal olarak ideal kabul edilen beden dışında kalan bedenlere karşı yargılayıcı ve utandırıcı tavır (sağlık endişesi kisvesi altında yapılanlar dahil) hem de muhtemelen benim en başta kilo almama sebep olan konuların tetiklediği hisler bunlar.

Yüzeye çıkan hisler beraberinde bir de şunu getirdi: Ben aslında gündemimi bu kadar meşgul eden, neredeyse kendi değerime dair belirleyici hale getirdiğim bir konuyu aslında kimseyle bu şekilde paylaşmıyordum. Benim için o kadar utanç verici bir konuydu ki, sanki bu ayıbımı herkesten saklamam ve eğer kilo vermiyorsam en yakınlarıma bile kilolu olmanın benim için dönüp dolaşıp takıldığım bir dert olduğunu söylememem gerekiyordu. Hem herkesin bana baktığında zaten bunu gördüğünü ve tabii ki bununla ilgili mutsuz olduğumu gördüğünü sanıyordum hem de insanın ayıbını göze sokması değil saklaması gerekir gibi geliyordu. Bunların tamamının farkında olduktan sonra aslında kilo vermek istediğimi belki de ilk defa başkalarına da söyleyerek kabul edebildim. Hala gizli saklı, ötede yapılması gereken bir şey gibi gelse de bu yolda somut adımlar atmak, üzerinde konuşabilmek ve etraftan da görülebilecek şekilde profesyonel yardım alarak daha aktif bir yaşam sürmek ancak böyle mümkün oldu. Nihayet kilo vermeye başladım ve aslında daha mucizevi bir şey oldu.

İlk defa kilo vermenin özüme dair bir şey olmadığını ve en önemli şey olmadığını derinden hissettim. Yavaş yavaş bu konudaki takıntımın dağılmaya başladığını ve bu konudaki güvensizliğimden tamamen kurtulmak çok zorsa bile hakkında konuşabilmeye başladığımı fark etmek üzerimden kocaman bir yükün kalkması gibi. Hatta geçenlerde çok sevdiğim iki arkadaşımla beraber bikinilerimizle göbek attığımız bir rüya gördüm. Rüyada üçümüz de bol göbekliyiz ve o göbekleri hoplata hoplata dans edip çok eğleniyoruz. Yetmiyor, onu videoya çekip, tekrar tekrar izleyip kahkahalar atıyoruz. Göbekler orada, onların farkındayız ama hem onları saklamıyoruz hem de kendilerinden çok memnun değilsek de varlıklarını kahkahayla karşılayıp sanki artık biraz da keyfimize bakıyoruz.

Bu yazıda kendi deneyimim ve son zamanlarda yaşadığım değişimden bahsederken derdim belli bir beden tipini övmek ya da yermek değil. Bazı beden tiplerinin diğerlerinden daha sağlıklı olduğunu iddia etmek hiç değil. Yapmak istediğim, bedenlerimizle kurduğumuz ilişkinin ne kadar karmaşık ve bazen ne kadar yaralayıcı olabileceğine dair kendi yaşadıklarım üzerinden biraz düşünebilmek. Zaten bahsettiğim süreçte esas olan kilo veriyor olmamdan ziyade, adeta bir karanlık bölge olan bedenime dair algı ve hislerimin yavaş yavaş su yüzüne çıkması ve benim ancak bu şekilde kendimi biraz daha bütünleşmiş hissetmem. Hiçbir beden güzel ya da sağlıklı olmak zorunda değil, kimse bedenini sevmek veya beğenmek durumunda da değil. Bazı bedenlerin diğerlerine göre çok daha zor deneyimlere sahip olduğu da bir gerçek. Ama herkesin bedeniyle utançtan arınmış bir şekilde ilişki kurma ve olumlu ve olumsuz bu ilişkiyi başkalarından saklama ihtiyacı duymadan fark edip sahiplenme özgürlüğü olmalı. Bu konuda zihin açıcı olabileceğini düşündüğüm bazı kaynaklar ise aşağıda: 

Adını 2004 yılında abileri tarafından öldürülen Güldunya Tören’den alan feminist yayınevi Güldünya Yayınları’ndan çıkan Şişmanlık Halklarımız kitabı için:

https://guldunyayayinlari.com/2020/09/836/ 

Büyük beden kavramını, beden olumlama aktivisti feministlerle konuşan +90 programı için: Büyük beden olmak: "Şişman olmak kötü bir şey değil”

https://www.youtube.com/watch?v=9RRSwqBGiJk&ab_channel=%2B90 

Bu yazıyı da okuyup yorumlarını benimle paylaşan sevgili Ezgi Epifani’nin şişmanlık ve beden olumlamaya dair yazı ve çevirileri için:

https://kaosgl.org/yazarlar/ezgi-epifani-c3fee72495445b0f4ca7b10ab96b3ce1 

Hazal Sipahi’ni hazırlayıp sunduğu “Seks, cinsellik, cinsel sağlık, cinsel şiddet, toplumsal cinsiyet ve hazza dair kavram ve konuların konuklarla beraber masaya yatırıldığı podcast” Mental Klitoris’in “Şişman ve Seksi” bölümünü dinlemek için: 

https://open.spotify.com/episode/7aQXgxvapZeQNg0xXkzMRK?si=RwVCf16pTyGNkEowzTPLSA

NİSAN ALICI

NİSAN ALICI

Nisan 1989 yılında İstanbul’da doğmuş ve uzun sürede burada yaşamıştır. Çeşitli şehir ve ülke değiştirme deneyimlerinin ardından bir süredir Belfast’ta yaşamakta ve burada Geçiş Dönemi Adaleti alanında doktora çalışmalarını sürdürmektedir.

 
#
Tamam