YUVALUNA | GİZEM ONAY

Her yeni günde sağlığımızı elimize, kendimize, sorumluluğumuza almak; kendimiz için yapacağımız en yararlı eylem, bedenimize vereceğimiz en güzel hediye.

Bir başkasından duymadan önce tanıyıp, bir yerden okumadan önce başımıza geleni, içimizde olanları hissedebilmek, dengenin şaştığı noktaları fark edebilmek bizi güçlü ve yeterli kılıyor. Böylelikle kalbimizin atışını, kanımızın akışını, duyularımızın hassasiyetini önce kendimiz dinlediğimizi bilebiliyoruz. O dinleyişle, duyumla adım atabilmek, karar verebilmek bize içten gelen kadim bilgeliğimizle bağ kurmamızı sağlıyor. Orada, o noktada durduğumuzda bize iyi hissettirmeyeni, sınırlarımızın gereksiz ihlallerini, bize artık hizmet etmeyeni görebiliyoruz ve bedenin bütünündeki şifaya adım atıyoruz. 

Bedenimden çok uzak büyüdüm ben. Etrafımdaki birçok kişide olduğu gibi zihin her zaman ön plandaydı, zihin beslenirse insan var olurdu, gerisi sadece detaydı. Bedene dair anılarım sadece karanlık spor salonları, can sıkıcı beden eğitimi dersleri, yaz okulları ve düşüp kalkıp canımızı yaktığımız anlardaydı. 11 yaşımda adet sancılarıyla tanışınca da bütün o nötr bilinmezlik kendini karanlık bir alana bıraktı. Anatomimde var olan bir organ her ay kanayacak ve beni yataklara düşürecekti artık. Kaderimdi bu. Toplum da böyle düşünüyordu. Bedenim bin yılların suçunun iştirakçisiydi, çirkindi, şişmandı, kasvetliydi ve kanayıp da ölmeyen bir canavardı adeta. Hikayeler, söylemler, kitaplar, gazeteciden alınan “genç kız” dergileri, televizyon haberleri hep bedenden vuruyordu bana, bize. Ve var olmak için tek şansım beynimle var olmanın yollarıydı, yoksa bir hiçtim. Öğretileni yaşıyordum. 

Yıllar, okullar, mezuniyetler ve aylar boyu süren sancılı adetlerle geçti zaman. Böyle gelmiş böyle gidecek derken, gitmediği bir an düştü önüme. Ölümle, kaderin hiç de bilmediğimiz halleriyle, planların yürümediği bir dünyanın gerçekliğiyle tanıştım. Orada sorgulamalar başladı ama öğretilenler çözüm sunamıyordu o noktada. 

Kalakalmıştım. Ve tüm o yalnızlığımda beni kendime getiren yegane gerçekle ilk kez göz göze geldim: Doğayla. Şehrin göbeğinde, masa başı, kitap içi büyüyen ben toprakla hemhalliği deneyimledim. Kapılar açıldı, gökler yarıldı, kalbim ilk kez attı. Orada, diğer canlıların hallerini izlerken, ağaçların büyümesini, köklerin ilerlemesini, meyvelerin yetişmesini, çürümesini ve yeniden tohuma ermesini gözlemlerken var olmanın sadece olma halini anladım. 

Sorgulamadan, otoritelerden komut beklemeden, yargılamadan, kendi kendini acıtmadan, bu böyle olurlarla ilerlemeden, sadece olma halini sürdürebilmek. Doğmaksa doğmak, ölmekse ölmek. Bereketin içindeki şifayı, şifanın içindeki bilgeliği anladım. Başka türlüsü mümkündü. Öğretilenlerin ötesinde de bir ben olabilirdim. 

Bu bilgeliğin içimde piştiği günlerden bir gün yeniden adet sancılarım başladığında ilaca uzanmak yerine bekledim. İçimdeki ses bekle dedi ve durdum. Ellerim karnımda, bekledim, bekledim ve sancıdaki döngüyü ilk kez keşfettim. İçimde bir çember dönüyordu sanki, artan ve azalan, ebedi bir spiral akıştaydı en derinde. Bekledikçe dindim, sancıya alan açtım ve o zamanın asılı kaldığı anda ilk kez kendimi buldum. Bedenim evren gibi akmaya müsaitti, dinledikçe konuştu, ben durdukça o devam etti. Ve “sadece dinle sen, o yeter” dedi.

Bedeni dinlemeye niyet ettiğimde ise başka bir yola girmiştim artık. İçimde olan titreşimleri, dengesizlik sinyallerini daha net duyuyor ve sebeplerini daha iyi anlıyordum. Hem evrende, hem etrafımda, hem hayatımda olanların yansımalarını görüyor ve ona göre adım atabiliyordum. Ağrım varsa nedenlerini önce kendimle konuşuyordum. Desteksiz olmak değildi bu, sadece kendimden başlayabilmekti. 

Gerektiğinde her destek bizim için yararlı elbette ama kendimizle konuşmanın ve kendimizi tanımanın gücüyle destek almak çok daha çabuk sonuçlara ulaştırıyor, daha etkili oluyor. Ağrının sebebinde, yaşanan bir tatsızlığı, rızasız gerçekleşen bir hikayeyi, kendimizi yeteri kadar besleyememiş, şefkatle saramamış olmayı görmek ne tür destek alacağımızı şekillendiriyor, yanlış ve uzun yollarda kaybolmamamızı sağlıyor. Sağlığımıza, bedenimize içeriden bakmak daha basit, daha kolay, daha ekonomik ve daha ekolojik çünkü evrendeki doğal ve olağan yerimizden başlıyoruz şifaya, uzaktan, bizi tanımayan birisinin gözünden ya da istatistiklerden değil. 

İşte bu kavuşmanın hazzı ve neşesi beni önce kendime sonra da başka kadınlara rehberlik etmeye çıkardı. Kendimizle tanışmanın güzelliğini başkalarına sunmak, deneyimletebilmek ve aktarmak beni çok mutlu ediyor. Dalga dalga açılan bu keşif yolculuğunda başka kadınlara da ulaşmak bütünün gücüne güç katıyor diye düşünüyorum ve heyecanla ilerliyorum. Bu yeni yılın yeni başlangıçlarında sizlerle olmak, sizlere buradan ulaşmak benim hediyem oldu. 

Bedenlerimizin iç bilgeliğini anlamak adına attığım adımları, bedeni tanıyabilmek için yapabileceklerimizi, rahim merkezinde kalabilmenin anlamını ve yollarını, sağlığımızı kendi elimize alabilmek için mümkün olan olasılıkları sizlerle paylaşmak için buradayım. Ne mutlu, başlıyoruz!

SELEN ÇAĞLAYIK ELOĞLU

SELEN ÇAĞLAYIK ELOĞLU

Selen Çağlayık Eloğlu, doğum rehberi olarak başladığı şifa yolculuğunda rahmin bilgeliğiyle tanıştı ve başka kadınlara da bu bilgeliği aktarmak için niyet ederek yolculuğunu sürdürüyor. Beden terapileri, bitkibilim ve kadim şifa teknikleriyle gerçekleştirdiği bireysel seanslar, kadın çemberleri ve atölye çalışmalarıyla kadınlarla buluşuyor, rahim şifasını ve bakımını anlatıyor, Anadolu başta olmak üzere kadim coğrafyalarda dile gelen rahim bilgeliğini araştırıyor ve sentezliyor. 

 
#
Tamam