YUVALUNA | GİZEM ONAY

Yaşam, yeryüzünde aşağı yukarı 3.8 MİLYAR yıldır var-mış. 

Açık halde yazacak olursak, 3.800.000.000 yıl. Yaşam aşağı yukarı 3.8 MİLYAR yıldan beri evrimine devam ediyor. 

Her ne kadar bu yazıda evrim ağacını incelemeyecek olsak da, yazıya başlamadan önce sadece lütfen, 1.000 yılın bile ne kadar uzun olduğunu idrak etmek için, bu zaman dilimine neler sığabileceği üzerinde en azından 5-10 saniye boyunca düşünmeye davet ediyorum sizi. Bir milyon yılın evrim için "göz kırpma süresi" kadar olduğu gerçeği kalbimizde ve zihnimizde bir sıkışmaya yol açabilir. İnsan olarak sinir sistemimizin işleyişine evrimsel boyuttan bakacaksak, belki minik bir kalp sıkışmasına ihtiyaç olabilir.

Bildiğimiz anlamıyla sürüngenlerin tüm özelliklerini taşıyan bir canlının evrimleşmesi bugünden yaklaşık 300 milyon yıl kadar öncesine dayanıyor. Sürüngenlerin yaşadıkları ortamlardan ötürü sinir sistemleri gelişiyor ve 12 kafatası siniri, ilk defa bu dönemde evrimleşmeye başlıyor. 

İşte yazının içeriğine konu olan sosyal ilişki sinir yolunun ilk aşaması, evrimin bu noktasında var oluyor. Fakat henüz sürüngen beyin, yani sosyal ilişki aşamasına gelinmesi, sadece ilk basamak. Aradan 75 milyon yıl daha geçiyor ve bildiğimiz ilk memelilere rastlamaya başlanıyor. (Memeli dediğimiz canlı bu noktada bir sıçan türü, yeryüzünde hâlâ dinozorlar var.) 

Bir 200 milyon yıl daha geçiyor ve ilk primat, en yakın atamız var oluyor. Bir 35 milyon yıl daha geçiyor ve orangutanlarla diğer insaymunların ortak atası olduğu bilinen Pierolapithecus catalaunicus isimli tür, bu dönemde yaşıyor. Ve ilk (homo) insan bugünden yaklaşık 2 milyon yıl önce ortaya çıkıyor. 

Bütün bunları niye mi anlattım? Sinir sistemi dediğimiz yapıyı oluşturan bilgi, sürüngen atalarımızdan daha eski, yani 200 milyon yıl öncesinden hücrelerimize işlenmiş durumda. Belki Nazlı annesinin karnından 35 sene önce çıktı ama hücrelerimiz evrimin bütün bilgisini taşıyor. 

Evrim çok karmaşık. Ben bütün bu olup biten içinde kafamı, insanın birbiriyle ilişkisi ile bozdum. Hele henüz Türkiye’ye yeni yeni gelmeye başlayan sinir sistemi bilgilerinden sonra, hayatı eskisi gibi göremez oldum. 

Bu ‘yeni sinir sistemi bilgileri’ dediğim kısım da birçok farklı konuyu bünyesinde barındırabiliyor. Sinir sisteminin ayrıntıları ve işleyişi hâlâ çözülmekte olan, beynin de içinde olduğu, inanılmaz karmaşık bir sistem. Benim ilgilendiğim ve bu yazıda size anlatacaklarım da insanın güven arayışına dair olan kısımları.

İnsanın Güven Arayışı dediğimde sizin benliğinizde; kalbinizde, zihninizde, bedeninizde neler canlanıyor? Bir durup bakmak isterseniz, yazının bu kısmında minik bir es verelim haydi...

‘İnsanın Güven Arayışı’

İnsanın güven arayışı modern toplumda, kendimize sağladığımız ‘güvenli’ birçok mekân ve kurum içinde belki de bambaşka bir mana aldı. Evlerimizin sağlam duvarları, güvenlik kameraları, arabalarımızın hava yastıkları, montlarımızın son teknoloji soğuk geçirmezlikleri, alışveriş merkezlerimizin kapılarındaki metal dedektörler, ülkelerin mayın ve tel örgü döşenmiş sınırları, kimilerimizin evlerinde silahları var. Yine çok merak ediyorum, bu saydıklarımın hangileri size ‘güven’ hissi verdi? Hangileri ilk sorumun uyandırdığı hislerle örtüştü? 

Modern toplum, tehdit ve güven ipuçlarını birbirine karıştırmış olabilir. Modern toplumlardaki kurumlar, bu karışıklığı çok bilinçli şekilde yaratıyor olabilir. İnsan olarak bize, bu meseleye biraz kafa yormak, kendimiz ve sevdiklerimiz için bir şeyler yapmak sorumluluğu düşebilir. 

Evrimin bir fonksiyonu olarak, sürüngenlerden memelilere geçişte sinir sistemi, “hangi türlerin/kimlerin yanında olmak güvenlidir” sorusuna cevap verebilecek bir kapasite geliştiriyor (Sosyal İlişki; bilimsel adıyla Ventral Vagal Sinir Yolları). Bu kapasite, sürüngenleri ve daha ilkel omurgalı canlıların çok gelişmiş savunma mekanizmalarını (Kaç-Savaş-Dön) baskılayıcı bir takım nöral yollar eşliğinde gelişiyor. 

Memelilerin, güven halini belirleme ihtiyaçları, birkaç farklı biyolojik gereklilikten doğar. İlk olarak, bizim çok çok eski sürüngen atalarımızdan farklı olarak, istisnasız tüm memeliler doğum sonrasında annelerine ihtiyaç duyar. İkincisi, insan türünün de dâhil olduğu birçok memeli, yaşamda kalabilmek için, uzun süreli sosyal bağlılık ihtiyacındadır. Bu memeli türleri için izole olmak travmatiktir, ölümle sonuçlanabilir ve dolayısıyla sağlık halini çok ciddi şekilde tehdit eder. Son olarak, memeli sinir sistemi uyku, bebek bakımı/beslemesi, sindirim ve üreme gibi çeşitli biyolojik fonksiyonlarını yerine getirebilmek için güvenli ortamlara ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, özellikle hamilelik ve yenidoğan dönemi gibi hassasiyetin yüksek olduğu dönemlerde çok daha kritiktir. 

Dolayısıyla güvenli ortamları ve ortakları belirleyebilme kapasitesi, memelilerin savunma mekanizmalarınının sakinleşip, ebeveynlik yapabilmeleri ve yaşamlarının devamı için gerekli olan sosyal ilişkiyi kurabilmeleri anlamında, elzemdir, yaşamsaldır, olmazsa olmazdır. Bu ihtiyaç bedenimizi saran, nefesimizi, kalp atışımızı yöneten otonom sinir sistemi yollarına işlenmiştir. 

Güvenli ortamların varlığı, yukarıda saydığımız inanılmaz kritik alanların sağlıklı işleyişi için bir ön koşul olmakla beraber, insanın daha yüksek beyin alanlarına ulaşarak geliştirdiği yaratıcılığı için de ön koşul sayılabilir. Eğer güvende hissetmiyorsak, güven ipuçlarından yoksunsak, tehdit altında hissediyoruzdur. Kafanızda çok büyük olaylar canlandırmanıza gerek yok. Gün içinde polisin sizi durdurması, iş yerinde bitmeyen stres ve gerginlik, sevgiliden sözel şiddet görmek, anneden takdir alamamak… Tehdit altında hissediyorsak ve sosyal ilişki kurma çabalarımız işe yaramıyorsa, işte o zaman savunma mekanizmaları devreye girmeye başlıyor. 

Sevdiklerimizle olmamız, göz göze gelebilmemiz, konuşup paylaşabilmemiz, birbirimizin kollarında güvende olabilmemiz, çocuklarımızı birlikte büyütebilmemiz sadece ‘sosyalleşip’ kafa dağıtmaktan ve hayatı idame ettirmekten ibaret değil. Biyolojik bir ihtiyaç. Savunma sistemlerimizin sakinleştiği ve sosyal ilişki içinde olabildiğimiz zaman, bedenimiz sağlıklı bir salınımda çalışmaya devam ediyor; kan basıncımız normal, kalp atışımız olması gerektiği gibi, iç organlarımız ve dengemiz yerinde. Yani hem duygusal hem fiziksel sağlık alanındayız. Eğer hissedebilen, yaratabilen, kendi ve diğerlerinin varlığını memnuniyet ve sevgi ile karşılayabilen insanlar olmak istiyorsak, bu sağlık alanında olmaya yemeğe, suya, havaya ihtiyaç duyduğumuz gibi ihtiyaç duyuyoruz desek hiç abartmış olmayız. 

Bu yazı Stephen Porges’in, PolyVagal Teori ile sonuçlanan ve insanın hayatta var olma mekanizması olarak ‘Sosyal İlişki Nöral Yolları’nı keşfeden araştırmasından edindiğim bilgilerle yazıldı. Porges diyor ki; ‘Eğer dünyayı daha iyi bir yer yapmak istiyorsak, işe birbirimizi güvende hissettirmekle başlayalım.’ 

‘Nasıl mı?’ diyorsanız, bir sonraki yazımda buluşalım.




NAZLI DENİZ SARIYILDIZ

NAZLI DENİZ SARIYILDIZ

10 yılı aşkın zamandır yoga ve meditasyon alanına, son 5 yıldır da yoğun olarak sinir sistemi çalışmalarına odaklanıyor. Steve Hoskinson'in kurucusu oldugu Organic Intelligence yöntemi ile çalışıyor. 2020 yılında Türkiye'de başlayan ve Boaz Feldman'in kurucusu Neurosytemics CARE grubunda mentor.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR

Bedenimiz, Karanlığımız, Kahkahamız

Bedenimiz, Karanlığımız, Kahkahamız

Esasında ilk yazıyı yazmanın bu kadar endişeyle dolu olacağını kestirememiş ve alıştığım akademik yazma şeklinin dışına çıkıp biraz daha kişisel bir alana geçmenin gözümü bu kadar korkutacağını düşünmemiştim. Bu endişeyi dengelemenin yolunu, benim için senelerce büyük bir endişe ve utanç kaynağı olmuş olan, son zamanlardaysa bunu biraz araladığımı hissettiğim bir konu hakkında yazmakta buldum: Kilolu olmak, kilo vermek ve verememek.

Beden Olumlama (Body Positivity) Nedi̇r?

Beden Olumlama (Body Positivity) Nedi̇r?

Beden olumlama, ilk olarak fazla kilolu kişileri psikolojik olarak güçlendirmek amacıyla ortaya çıkmış, daha sonra fiziksel bedenin toplum tarafından dayatıldığı haline karşı çıkmak ve dönüştürmek üzere ilerlemiş bir harekettir.

 
#
Tamam